DÜŞÜNCE DÜNYASINDAKİ KİREÇLENMEYE KARŞILIK INADINA | NECLA ALGAN

Continue

Selma Köksal Çekiç ve Gülsüm Soydan’ın kurduğu ve 20 yıl boyunca Beyoğlu’nda yaşatmayı başardığı bir tiyatro grubu olan “Oyuncular”, 90’lı yılların başında henüz Onat Kutlar sağken, onun yazdığı “Bahar İsyancıdır” adlı deneme-öyküden yola çıkarak oyunlaştırıp sahnelemişlerdi “Bahar İsyancıdır”ı.

Bundan bir süre sonra Kutlar, bir bombalı saldırıda hayatını kaybetti.

Selma Köksal Çekiç’in ikinci uzun metrajlı filmi “Bahar İsyancıdır”, o günlere dair bir giriş bölümüyle başlıyor.

Bu girişi takip eden film, Kafka öykülerinden oluşturdukları “Sokağa Bakan Pencere” adlı oyuna ağırlıkla yer veriyor.

Kafka’nın öykülerinde insan bireyini önemsizleştiren bir düzen vardır. Egemen güçlerin baskısı altında çırpınan, aç kalarak, hatta açlığı seçerek direnmeyi seçiyor veya kapalı, yalıtılmış bir mekanda yaşarken, mutlaka ve mutlaka sokağa bakan bir pencerenin gerekliliğini hisseden öykü kahramanları gibi oyuncular da içerde tiyatro yapmak için çırpınırlarken sokağa bakıyorlar.

Çünkü dışarı baktıklarında, dışarıdaki isyancı gençleri görüyorlar, onların maruz kaldığı şiddete ve baskıya tanık oluyorlar. Onlar da Kafka dünyasını sahneye taşıyarak başka türlü bir direniş gerçekleştirmeye çalışıyorlar.

Film, tiyatro yapmak, sanat yapmak ve gündelik hayatı sürdürebilmek ikileminde, Taksim’de Beyoğlu’nda bir binada, daracık mekanlarda çalışan bu grubun iç hikayesini de anlatıyor.

İyi günleri de oluyor. Hepimizin hayatında olduğu gibi. Oyun sonrasındaki partiler, prova sırasındaki şakalaşmalar, doğum günleri, aşklar gibi…

Kötü günleri de…

Grubun üyelerinden biri olan Ali, hayatını sürdürebilmek adına hiç bir çıkış yolu bulamıyor. Giderek yoğunlaşan bir bunalım ve çaresizlik içinde hayatını kaybediyor.

90’lı yılların siyasal yaşamının “Sokağa bakan pencere”sinden görünen şu. Düzenin şiddeti en çok gençlerin yüzünde patlıyor. Ve dışarıdaki gençler tüm baskılara rağmen direniyorlar.

Tıpkı Onat Kutlar’ın “Bahar İsyancıdır” öyküsünde olduğu gibi, her bahar tüm doğada hayatın çiçek açması gibi, bitkilerin kayaların içinden büyümesi gibi ölüme ve baskıya, yok edilmeye direnmesi gibi.

Filmin öyküsü 90’lı yıllarda geçmesine rağmen, şu anda büyük bir yağmaya maruz kalan, yok edilmeye çalışılan Taksim ve Beyoğlu yaşamının canlı ve renkli görünümüne, yaşam zenginliğine de tanıklık etmeyi ihmal etmiyor.

“Bahar İsyancıdır” filmi tek kopyayla İstanbul’da bir hafta vizyonda kaldıktan sonra, 10 mayıstan itibaren bir hafta Ankara’da Büyülü Fener sinemasında vizyona girecek.

Temaları ve öyküsü bakımından farklı özel bir film olan “Bahar İsyancıdır” hiç bir ulusal festival programında yer almadı. Bu durum filmin niteliğinden çok Festivallerin de içinde bulunduğu “zamanın ruhu” ve tercihleri oluşturan düşünce dünyasının bir tür kireçlenmesi ile ilgili olmalı. Bu da ayrı bir araştırma, soruşturma (konusu) Fikret Bey’i çok sayıda insan duydu, aralarında Montevideo, Kalküta, Nürnberg gibi festivallerin olduğu pek çok dünya festivalini gezdi, başrol oyuncularından Fuat Onan Sadri Alışık ödülünü aldı, DVD kopyaları 1 sene içinde bitti. Tam da Fikret Bey’in dağıtımındaki eksiklikleri düşünerek, BAHAR İSYANCIDIR’ı 1 kopya ve kendimiz vizyona sokmaya karar verdik. Teklif geldikçe filmi başka şehirlere de taşımaya çalışacağız. Şu an sadece Ankara belli.

Film yapmak gerçekten çılgınlık hele de memlekette… Yorgun musunuz yoksa heyecanlı mı?

Çok ama çok yorucu bir süreçti. Filmin özellikle post prodüksiyon süreci çok uzadı. Sinema gerçekten para ve altyapı isteyen bir sanat. Tek dileğim bir sonraki projede çok daha konforlu koşullarda çalışabilmek. BAHAR İSYANCIDIR için ise elbette heyecanlıyım. Özellikle genç seyirci filme ilgi duyacak mı, biz onlara filmi duyurabilecek miyiz merak ediyorum.

Fragmandan anladığım kadarıyla naif bir tarafı da var filmin, bana 80’ler yönetmen sinemasından çıkan iyi işleri hatırlattı. Sizin bu konuda fikriniz nedir? Salona girdiğimizde bizi ne bekliyor, çıplak bir gerçeklik mi yoksa tiyatroya yakışan bir romantizm mi hakim?

Bilemiyorum. Bu film gerçekten bir deney olacak. Bir yönetmen olarak ne istiyorsam onu yaptım, uzun hareketli planlar, doğaçlama oyunculuklar… Görüntü yönetmeni arkadaş Deniz Arslan filmin % 80’ini steadicam ile çekti. Zamanımız kısıtlıydı, paramız yoktu, pek çok plan 1’e 1 çekildi. Mükemmellikten çok, gerçeklik peşinde olduğumu söyleyebilirim ama para ve zaman gerçeklik için de gerekli. Sonuçta bazı şeyler elimden kaçmış olabilir. Örneğin 2 gün daha şehir çalışmak istedim, ancak kamera ve ekipmanı temin edemedim. Bilemiyorum, belki daha mükemmel olabilirdi filmim. Sonuçta koşullarla sınırlanıyorsunuz. Filmim yaşanmışlıklardan yola çıkan dürüst bir film, hataları olabilir, eksiklikleri olabilir ama dosdoğru bir film. Mutlaka birilerine dokunacaktır diye düşünüyorum. Filmimin ismi BAHAR İSYANCIDIR, Onat Kutlar’ın aynı adlı öyküsünün temasına bir göndermedir. Öyküdeki duvar, benim karakterlerimin önünde de var, öyküdeki duvarın ötesi, yani ütopya benim kahramanlarımın da ütopyalarıyla örtüşüyor. En azından bu öyküyü ben böyle okuyorum ve filmimde de kuvvetli bir şekilde böylece var. Ütopyalar gerçek dünya ile darmadağınık olabilirler, parçalanabilirler ama insan ütopyaları olmaksızın var olamaz. Ben romantizmi de bu anlamda düşünüyorum.