Selma Köksal ilk uzun metrajlı filminde babasını anlatıyor. Film Fikret Köksal kadar yakın dönemin siyasi, ekonomik olaylarına da dokunuyor. Küçük bütçeli “Fikret Bey”i Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde izleyeceğiz…
Kadir Aydemir
Yönetmen Selma Köksal filminin kahramanı olan babası Fikret Köksal’ı değil, “Fikret Bey”i, yani Fikret’in öyküsü çerçevesinde “Türkiye”nin yakın tarihini anlatıyor. Filmin konusu kadar kurgusu da dikkat çekiyor. Köksal sorularımızı yanıtlıyor.
– İlk uzun metrajlı çalışmanız olan “Fikret Bey”in çekimleri ve montajı tamamlandı. İlk film nasıl bir duygu yarattı sizde?
İlk film gerçekten çok yorucu ve üzücü bir süreç, sanırım özellikle de Türkiye’de! “Fikret Bey” uzun bir ön çalışmayla gerçekleştirilmiş bir proje olmasına rağmen, ekonomik çıkmazları, filmi çok kısa sürede tamamlamayı gerektirdi. Çok yoğun bir tempoyla çalıştık. Setteki pek çok kişi birkaç kişilik iş yaptı. Ben set organizasyonunu, reji asistanlığının yanı sıra senaryo düzenlemelerinden sanat çalışmasına, mekânı oluşturmaya dek pek çok şeyi üstlenmek zorunda kaldım. Gerçekten mucize bir film oldu. Her şeye rağmen bitirmiş olmak güzel. Umarım filmin bundan sonraki macerası daha kolay geçer.
– “Fikret Bey” bir dönem filmi. Senaryoyu Necla Algan’la birlikte yazdınız. Filmin hayata geçişi nasıl oldu?
Fikret Bey babamın özyaşam öyküsünden yola çıkarak hazırlanmış bir senaryo. Onun biyografisinin (1912-1988), Türkiye’nin inişli çıkışlı dönemlerinin bireye yansımalarını değerlendirmemiz açısından önem taşıdığını düşündüğüm için, bu film çekmek istedim. Öksüz ve yetim olarak 11 yaşında köyünden İstanbul’a gelmiş, Cumhuriyet kuşağıyla, kozmopolit bir İstanbul’da destek görerek sanayi atılımlarını gerçekleştirebilmiş, Teknolojileri ve kişisel dramları ise gene Türkiye’nin değişim ve dönüşüm dönemleriyle yakından ilgili olmuş. Babamın biyografisi, Cumhuriyet sonrası süreçten başlayarak 12 Eylül sonrası tozu dumanına kadar, güçlü bir Türkiye profilini çizebilmenin olanağını sağlıyordu.
DÜŞÜK BÜTÇE, KISITLI OLANAKLAR
– Filmi halen faal bir fabrikada çektiniz, üretim hattı bir Fikret Bey’in, yani babanızın fabrikası. Bu, filmin sinematografisinde belgesel boyutunun önemli bir yere sahip olduğunu gösteriyor…
Evet, elbette. Bu mekânın her bir tuğlasında babamın ve onunla birlikte bu üretim sürecini paylaşan, usta, işçi ve mühendislerin emeği var. Bu fabrika ve benzeri pek çok yer yok olup ya süpermarket ya da bu fabrikanın şimdiki sahiplerinin düşündüğü gibi oto galeri, ya da benzeri bir şey yapılacak. Bir kuşağın tüm umutları inşa ettiklerinin geride kalan izleri tıpkı bu fabrikanın hikayesi gibi soluk, yıkılış resmine dönüşecek. Seçtiğim mekân sinematografik açıdan o denli güçlüydü ki, belki de bu mekanın büyüleyen, en çok esin olan görsel eliyle anlattık. Benim bu hikâyeyi anlatmam içimdekilerle tam 10 yıldır beni bekliyordu. Tabii artık kısa bir süre sonra bu taze izler de az önce belirttiğim gibi büyük değişimler bekliyor.
– “Fikret Bey”i kısıtlı bütçeyle çekmek zorunda kalmak sizi ne kadar zorladı?
“Fikret Bey” çok küçük bir bütçeyle, çok kısıtlı olanaklarla çekildi, ama olumsuzlukları yaptığımız işe, mühremi yansıtmamak için özel bir çaba harcadık. Ekonomik olumsuzluklara karşın kurgu ekibini dışardan içeri getirebildim. Tabii bir de In-Line ve Melodika Ses Stüdyosu’nun koşulsuz desteklerini unutmamak gerek! Eksikliğini film dahil bırakarak, ama daha derinleşmeye çalışarak tamamladım. Geriye dönüp baktığımda oluşturmak istediğim sinema diline dair pek çok ipucu görebiliyorum. Örneğin doğaçlamaya da imkan gücü oyunucular (Özellikle Fikret Bey rolüyle Erol Keskin ve Bekçi Mehmet rolüyle Fuat Onan), durum anlatan uzun planlar, derinlik ve çok boyutluluk duygusunu güçlendiren mizansenler… Tabii bu arada Mustafa Kuşçu’nun bu sinema diline katkısını belirtmemiz gerek. Beni çok iyi anlamanın ötesine geçerek, filmin görsel dilinin oluşmasına kişisel yaratısıyla destekledi. Aynı şekilde oyuncularımla da büyük bir uyum yaşadım. Erol Keskin’in ve Fuat Onan’ın, gönderimlerimi çok iyi kavradığı oyunlarından belliydi.
– “Fikret Bey”in hikâyesinde Türkiye’nin yakın geçmişteki en önemli sorunlarının hemen hemen hepsi var. Bu kadar çok şeyi anlatmaya çalışmak sizi zorlamadı mı?
Aslında bu kadar çok şeyi bir filmde anlatmaya çalışmak gerçekten çok fazla, ama inanın tüm bunları yaşadım, yaşadık, yaşadılar. 1980’ler gerçek kırılma noktası tekrar tekrar dönmeli ve bakmalı!
– Film ne zaman vizyona girecek? Yurtiçi ve yurtdışı alanda film ile ilgili projeleriniz neler?
Vizyon sürecinin ne şekilde gerçekleşebileceğine dair net bilgiler veremiyorum, ama İstanbul Uluslararası Film Festivali’ne katılacağım. Sonrasında da, kendi imkânlarım dahilinde, yurtdışı festivallerine göndermeye çalışacağım.

