Bir ‘Babam ve Kızım’ filmidir! | Şule Çizmeci

Continue

ŞULE ÇİZMECİ

Ödüllü kısa film yönetmeni Selma Köksal Çekiç, yeni tamamladığı ‘Fikret Bey’ adlı ilk uzun metrajlı filmiyle sinemaya adım attı. Çekiç, senaryoyu Türkiye’nin ilk kazan fabrikasını kuran babası İlyas Köksal’ın hayat hikâyesinden esinlenerek, ablası sinema eleştirmeni Necla Algan ile birlikte yazmış. Filmde, Çekiç’in 21 yaşındaki halini yeğeni Gökçe Algan canlandırmış. Yani tam bir aile işi. İlyas Bey’in beyazperdeki izdüşümü Fikret Bey’i ise Erol Keskin oynamış. Çekiç, usta aktörün tıpkı rahmetli babası gibi baktığını, konuştuğunu ve yürüdüğünü söylüyor. Bu nedenle çekim boyunca iki kardeş babalarını hep yanlarında hissetmişler.

Selma Çekiç, yeni filmi ‘Fikret Bey’de sanayici babası İlyas Köksal’ın hayatını anlatıyor. Tek bir günde geçen hikâye üzerinden, Türkiye’nin son 50 yıllık siyasi panoraması çiziliyor.

Patronun odasındaki Saatli Maarif Takvimi 13 Ekim 1988’i gösteriyor. Sıradan bir gün, hiçbir özelliği yok. Zaten hikâye, kazan üreticisi Fikret Bey’in, her biri diğerinden farksız günlerinden birine odaklı. Fikret Bey, her günkü gibi sabah erkenden geliyor Küçükköy’deki fabrikasına, gece yarısına kadar çıkmak bilmiyor. Gün boyu bol bol sigara içecek, düşlere dalacak, emektar bekçisiyle ve vefakâr mühendisiyle uzun uzun hasbihal edecek kadar geniş zamanı var. Çünkü işleri eskisi gibi tıkırında değil, 1960’lardaki azametli günleri geride kalmış, 1970 sonrası güçlenen montaj sanayinin karşısında yenik düşmüş.

“Babam kaybetmiş biriydi. Babamın hikâyesi, Cumhuriyet sonrası Türkiye’nin hikâyesidir aynı zamanda” diyor yönetmen. Aslında bu senaryo onun ikinci çalışması. Farklı mekânlarda ve çok sayıda kişiyle çekilecek ilk senaryo için gerekli bütçeyi temin edemeyeceği ortaya çıkınca Necla Algan’ın “O zaman tek mekânda, babamızın kazan fabrikasında çekim yaparız. Filmde de orada çalışan işçiler oynar. Üstelik çok daha sahici olur” önerisini kabul etmiş. Çekiç, “13 Ekim 1988, Fikret Bey’in hayatında sıradan bir gün, o gün önemli bir şey olmadı. Bu tarihten yedi ay sonra babamı kaybettik. Sıradan bir günü nasıl yaşadığımızı anlatmak, buradan yola çıkmak bana çok daha cazip geldi. Tek bir gün içinde Fikret Bey’in yaşamı üzerinden bir günün panoramasını çizmek istedim” diyor. İki kardeş her ne kadar yaşanmışlıktan, gerçeklikten yola çıksalar da babalarının hayatını bire bir senaryoya yansıtmamış, bazı değişiklikler yapmışlar, mesela filmde ismen var olan, ancak cismen görünmeyen devrimci oğul onların hayal ürünü…

Vehbi Koç’a yenik düştü Filme konu olan sanayicinin hayatı zor geçmiş. 1923’te 11 yaşındayken anne ve babası ölüyor. O da tek başına Samsun’dan İstanbul’a geliyor. O günün İstanbul’unda hem kendi çabasıyla, hem de başka insanların yardımıyla kendini yoktan var ediyor. Atılay, Yıldıray, Saldıray ve Batıray adlı denizaltılarda Almanlarla çalışıyor ve onlardan çok şey öğreniyor. 1940’ta Perşembepazarı’nda bir atölyede kazan üretmeye başlıyor. Bu aşamada en büyük destekçisi sanat okulundaki hocası. 1960’ların başında Küçükköy’de satın aldığı 20 dönümlük arazinin bir dönümünde fabrikayla işçilerin sosyal tesislerini inşa ediyor. Birkaç yıl içinde işleri büyütüyor. Neden kaybettiğine gelince? Necla Algan anlatıyor: “Babam aslında kapitalist üretim tarzına pek uygun biri değildi. Onun çöküşü Türkiye’nin ekonomik ve sosyal tarihiyle çok ilintili. Karşısına yeni firmalar çıktı, onlara ayak uyduramadı. Mesela Vehbi Koç montaj sanayiyle gelişti, babamsa montaja karşıydı, kendisi yerli üretim yapmak ve yaratıcılığını geliştirmek istiyordu. Hedefi hamle yapıp, teknolojik makineler üretmekti, ancak yeterince teşvik göremedi. İşte bu noktada yerli üretimin baltalanışını görüyoruz.”

Film, Fikret Bey’in çok sevdiği köpeğinin belediye ekiplerince öldürüldüğünü öğrenmesiyle başlıyor. Her kayıp başka bir kaybı çağrıştırır. Fikret Bey, 12 Eylül’de işkence gören, tahliye sonrası yurtdışına kaçan oğluna hasrettir. Film boyunca hem iç acılarını, hem de ülkesinde yaşanan acıları dillendiriyor. Uzun, ama insanın içini baymayan monologlar… Filmde aksiyon, gerilim ve heyecan yok. Kamera da tıpkı kahramanlar gibi telaşsız. 90 dakika boyunca dört saniyeden 6.5 dakikaya kadar çok sayıda tek plan var, ama hepsinde insanı içine alan bir derinlik var. Görüntü yönetmeni Mustafa Kuşçu ve oyuncular tek nefes olmuşlar.

Yılların palyaçosu Fuat Onan, bekçi Mehmet’le hayatının rolünü yakalamış. Şarlovari oyunculuğuyla filmin rengi. Çekiç, bekçi Mehmet’in de ‘gerçek’ olduğunu söylüyor: “Babamla 25 yıl çalıştı. Onu bir kazada yitirdik. Mühendis Kemal de babamla birlikte gündelik yaşamı paylaşırdı. O da köşeye sıkışmış biriydi. Zaten o fabrikada herkeste bir kırıklık, eziklik vardı. İşçi Mustafa’yı Alevi saz sanatçısı Deniz Sevinç oynadı. Çekimleri yaptığımız fabrikada babamın eski kiracısı kazan üretiyor. Halen orada çalışan babamın eski işçileri de filmin bir parçası oldular. İnanılmaz bir zarafet içindeydiler.” Yaşları 50’nin üzerinde. Çok sağlıksız bir mekân, her taraftan sular akıyor, bu koşullarda üretiyorlar. Genç bir ekiple çalıştım. ‘Biz buraya niye geldik, biz burada ne yapıyoruz’ derken çok geçmeden ‘Bu duvarlar gerçek, bu insanlar gerçek, biz gerçek bir film çekiyoruz’ demeye başladılar. Bu da bana doğru bir yöntemle ilerlediğimi düşündürdü.”

İmece usulü çekim Kültür Bakanlığı’ndan küçük bir destek alan Çekiç’in filmi çekme çabası ise ayrı bir konu. Neyse, borç harç da olsa çekimler bitmiş. In-line Production kameralarını sunmuş, kurgu setlerini açmış. Melodika stüdyoları miksaj için destek olmuş. Halen Fono Film Stüdyoları’nda laboratuvar çalışmaları yapılıyor. Yönetmen “Bu destekler sayesinde filmimi çektim. Özgün bir film yapmak istiyorsanız çok zor ve sancılı bir süreci yaşamak zorundasınız. Gişe filmi değil, ama uzun yıllar içinde izlenen ve tartışılan bir film olacağını umuyorum” diyor yorgun, ama huzurlu bir sesle. Filmini, İstanbul Film Festivali’ne yetiştireceğini söylüyor.