Bir ölümün birleştirdiği yazgılar

Continue

Başarılı kısa film yönetmeni Selma Köksal’ın ilk uzun metraj denemesi “Fikret Bey”, karşımıza yönetmenin kendi babasından esinlenerek yarattığı ilginç bir kişilik getiriyor. 1940’ların Türkiye’sinde, Almanya’dan alınmış teknolojisiyle ve o dönemdeki sanayi hamlesinin çatısı altında ilk kazan fabrikasını kuran idealist vatansever Fikret Bey.

Fikret Bey, makinelere olan merakına rağmen, mühendis olmaya vakit bulamamış, çalışmaktan ve yatırımdan tahsile zamanı kalmamıştır. O dönemin inancını ve idealizmini temsil eder. Daha ileri gitmek de istemiştir, ama örneğin yerli araba yaptırmamışlardır. Ve yıllar sonra, artık bir harabeye dönüşmüş o eski fabrikada, geçmişin dökümünü yapar.

Fikret Bey sanki yaşlılığın ve matemin filmi. Matem, kayıp gitmiş geçmiş kadar, 12 Eylül sonrası dışarı kaçmak zorunda kalmış ve hala ülkeye dönememiş oğuldan da kaynaklanıyor (Film, 1998 yılında geçiyor). Sanki iki yaşlı adamın bir düeti bu: Fikret Bey ve bekçi Mehmet. Fikret Bey hem geçmişi anar, hem gününden yakınır, hem de oğluna yeniden kavuşmayı hayal ederken, tek dinleyicisi Mehmet’tir. Kızı Zeynep, genç emekçi Cemal gibi yan kişilerse, biraz iğreti duruyor.

Büyük oyuncu Erol Keskin, hiç çıkarmadığı şapkası, doktorun yasaklamasına rağmen ağzından düşmeyen sigarası ve eksik etmediği rakı kadehiyle, alıştığı her şeyi sürdürmeye çalışan kişiliğe büyük canlılık katıyor. Diğer oyuncular da iyi. Her şeye karşın uzatılmış bir belgesel havası veren film, belki çok güçlü değil. Ama Selma Köksal’a hoşgeldin demek için yeterince neden içeriyor.