Selma Köksal’ın ikinci uzun metraj çalışması “Bahar İsyancıdır”, tek kopya ile ve kısıtlı bir süre için gösterime giriyor.
İsmini Onat Kutlar’ın “Bahar İsyancıdır” adlı eserinden alan film, eserin doğrudan bir uyarlaması değil. Hikâyenin merkezinde bulunan tiyatro topluluğunun oyunları içinde Kafka ile birlikte yer buluyor Onat Kutlar’ın eseri. Ve oyunların, tiyatro ortamının dışında, dışarıdaki gerçek dünyada çok daha karanlık oyunlar sergiliyor. Tiyatro topluluğunu Türkiye’nin prototipi olarak hikâyeye yerleştiren Köksal, otobiyografik öğeleri de kullanarak bu tablonun üzerinden ilerletiyor hikâyesini. Çerçevesini çizdiği dünya karanlık olsa da umuttan vazgeçmeyen bir söylemle konuşuyor Selma Köksal. Onat Kutlar’dan alıntılayarak duvara çarpan kuşakların kül kadar ışığa da dönüşeceğini, dönüşebileceğini vurguluyor.
Düşsellik
Hikâyenin merkezinde bir tiyatronun varlığı, bana “geçmişe ait bir düşselliğin özlemi” hissiyatı verdi.
Sinemanın her daim temalarından biri olmuştur “geçmiş zamanın izinde”, yitirilenler anlamında, elden kaçanlar anlamında. Sanırım size bir tiyatro topluluğunun öyküsünün bir filmde anlatılıyor olmasının geçmiş zamana dair bir şey gibi gelmesi, bir grup insanın birlikte ortak bir duygu ya da amaç etrafında birleşmesi artık zaman ruhuna uygun olmayan bir durum. “Bahar İsyancıdır”, İstanbul’da bağımsız bir tiyatro topluluğunun izleğinde ilerliyor. Filmin senaryosunu yazarken büyük ölçüde kendi tiyatro topluluğumun öyküsünden yola çıktım. Ancak birebir bir dönemi odaklanmadım, çünkü bu bir kurmaca filmdi ve ne yapsam yapay kalırdı. Hikâyeyi besleyen öyküler, tiyatro topluluğumuz “Oyuncular Tiyatro Grubu”nun 1991 yılında kuruldu ve en son oyunumuzu 29 Mart’ta oynadık. Yani sonuçlandık bu 22 yıl içinde bir topluluk sürdürülmüş. Bu grup içinde yaşanılanlar, zaman zaman yaşanan umutsuzluklar, sıkıntılar elbette ki filmde yer aldı. Ama birebir kopyası değil. Filmi besleyen otobiyografik öğeler var elbette.
Eskiyi yaşamak
Bugünse ancak “ortak amaçlar” etrafında birleşmenin mümkün olabildiği topluluklar var. Filmdeki topluluğun öyküsünün sinemasallaştırılması, bir düşsellik boyutu, çünkü bir topluluk kurmak ve yaşatmak için ortak amaçlar doğrultusunda birlikte olmak gerek.
Ustalar
Filmin edebiyatla ilişkisine gelirsek… Hem Onat Kutlar’ın eseriyle uyum, hem de Kafka’nın varlığı önemli. Film, edebiyatla kurduğu bu ilişkiyi nasıl bir eksende konumlandırıyor?
Her şeyden önce bu filmin temasının, adı gibi, Onat Kutlar’ın “Bahar İsyancıdır” adlı öyküsünün temasına bir gönderme olduğunu söylemeliyim. Yani bu film aslında onun teması üzerine inşa edildi. Kafka da filmde yer alıyor. “Bahar İsyancıdır” öyküsünde Kafka’dan bir alıntı vardır. Filmde de Kafka var.
Film acısını dillendirip geçiştiriyor mu?
Sinemanın varlık koşullarından biri geçmiş acıları dillendirmek. Acıları dillendirip geçiştirmek mi, yoksa yeni bir bakış açısıyla yeniden üretmek mi?
Sinemamızda geçmiş acıları dile getiren filmler çok. Ama acıları dillendirmek meselesi filmin asıl meselesi değil. Önemli olan o acıların ardında var olan bir toplumsal yapıyı ortaya çıkarmak. Her film, zamanın acısını dillendirdiği gibi, geleceğe dair de bir bakış taşır. Bu filmde de geleceğe dair umut var. Sinemamızın yaşadığı sıkıntılardan biri, geçmişin acılarıyla yüzleşememek. Ama aynı zamanda bu acıları dillendirirken bir sıkışmayı da aşamamak. Her film, zamanın acılarını dillendirmekle kalmaz, aynı zamanda geleceğe dair bir şeyler söyler.
Zorluklar
Hem senaryo yazımında, hem de çekim sürecinde zorluklar yaşadınız mı?
Senaryo yazım sürecinde en zor şey, sahici bir dili yakalamaktı. Çünkü bu öykü gerçek bir tiyatro topluluğunun öyküsünden besleniyordu. Çekim sürecindeyse çok ciddi ekonomik sıkıntılar yaşadık. 16 günde çekilen bir film bu. Bu kadar kısa sürede film çekmek büyük bir zorluk. Ama aynı zamanda yaratıcılığı da zorlayan bir şey.