Yönetmen Selma Köksal, babasının hayatından esinlenerek çektiği ilk sinema filmi için en çok para bulmakta zorlandığını söyledi: Beni destekleyen insanlarla çalıştım ama zaman zaman ‘Haydi bakalım yapsın da görelim’ der gibi alaycı bir tavır hissettim. Vizyona sokarken de çok güçlük çektim
Kadın olduğum için ‘Haydi çeksin de görelim’ dediler!
Geçen hafta vizyona giren Selma Köksal’ın yönettiği, Erol Keskin ve Fuat Onan’ın başrollerini paylaştığı “Fikret Bey” Türk Sineması’na farklı bir soluk getirdi. Yönetmen Köksal’ın Türkiye’nin ilk kazan fabrikasını kuran babasının yaşam öyküsünü beyazperdeye uyarladığı filmde; iflas eden 76 yaşındaki bir işadamının fabrikasında yaşadığı son günlerinden biri anlatılıyor. 13 Ekim 1988 tarihinde geçen film Fikret Bey’in gündelik yaşam öyküsü ve Bekçi Mehmet’le kurdukları özel dostlukla birlikte Türkiye’nin önemli bir dönemine de tanıklık ediyor.
ECE SARUHAN
SORGULADIK VE YÜZLEŞTİK Yaşlılık, dostluk, fedakarlık gibi temaların dışında film 12 Eylül sonrası Türkiye’nin gerçeklerine de parmak basıyor. ‘Fikret Bey’i çekerken özellikle ekonomik olarak çok zorlandıklarını söyleyen yönetmen Köksal, “Filme enteresan bir ilgi oldu son günlerde. Bir anlam yaratmışız, insanlara değen bir şeylerin olacağını düşünüyorum” diyor. ■ Babanızın yaşam öyküsünden faydalanarak film yapma fikri nasıl gelişti? ‘Fikret Bey’ filminin ilk senaryosunu, 7 yıl önce yazmıştım. İsmi ‘O Benim Babamdı’. O senaryo sadece Fikret Bey karakteri değil, olayın içinde ailesi de vardı. Ancak bunun için yeterli bütçe bulamadım. Sinema yazarı ablam Necla Algan, senaryoyu yeniden formüle etti ve iki filmi tek mekan kullanarak, babamın şu an virane olan fabrikasında düşük bir bütçeyle ve teknik olanaksızlıklar içinde 10 günde çektik. ■ Peki tam olarak ne anlatmak istediniz? Bir Türkiye panoraması mı, bir dostluk öyküsü mü, yoksa bir yaşlılık trajedisi mi? 1988 Türkiye’sinde geçen filmde; Fikret Bey’in gündelik yaşamının üzerinden bir dönemin izleri konu ediliyor aslında. Bir döneme tanıklık ediyoruz, sorguluyoruz, yüzleşiyoruz. Fikret Bey’in yaşamının son günlerinden de biri aslında çünkü kısa bir süre sonra ölüm onu bekliyor. Bu anlamda bir yaşlılık, bir tükeniş hikayesi de var. Bekçisi Mehmet ile aralarındaki dostluk ise günümüzde özlemlediğimiz bazı değerleri hatırlatıyor.
ÖYKÜ KİŞİSEL DEĞİL, TOPLUMSAL ■ Filmde yaşananlar bire bir babanızın hayatından alınan doneler mi? Yani filmin ne kadarı gerçek, ne kadarı kurgu? Birebir olması mümkün değil, sinema bir sanat çünkü. Büyük ölçüde yararlandık onun bu yaşam öyküsünden ve felsefesinden. Bekçi Mehmet de büyük ölçüde gerçek bir karakter. Ama Fuat Onan yorum olarak, oyuncu tarzı olarak onu daha başka renkler getirdi. ■ Bazı sinema eleştirmenlerinin filmi tam olarak anlamadığı yönünde bir yorumunuz var. Çok mu bireysel bir film çektiniz? Kişisel olamayacak kadar toplumsal bir film aslında! Sinema dili itibariyle kişisel olabilir ama konu itibariyle bireysel olduğunu düşünmüyorum. Ben senaryoyu çevremdeki insanlara verdiğim zaman, örneğin biri ‘Hocam bu film beni çok ilgilendirdi çünkü benim babam da 5 Nisan kararlarıyla iflas etmişti’ dedi. Yani kişisel gibi görünen hikayede aslında çok fazla Fikret Bey’ler var. Çok karakter olmadığından ve tek mekanda geçtiği için film böyle bir izlenim yaratmış olabilir. Eleştirilere gelince; sinema eleştirmenlerinin yeterince yüreğiyle bakmadığını düşünüyorum. Ben gerçekten doğru bir iş yaptığımı inanıyorum. ■ Düşük bir bütçeyle film çekerken çok zorlandınız mı? Elbette! Kamera hareketlerini seven bir yönetmenim. Daha hareketli kamerayı tercih ederdim ama film koşullarına rağmen filmin gerçek bir anlam ve duyguyu yakaladığını düşünüyorum.
ALAYCI BİR TAVİR HİSSETTİM ■ Kadın yönetmenlerin tarzları genelde daha farklı olur. Daha kadınsı konulara yönelir, daha duygusal hikayeler anlatırlar. Siz biraz daha erkek gözüyle bir film çekmişsiniz sanki… Belki bunu en çok yabancı eleştirmenler söyledi. “Bir kadından asla böyle bir şey beklemezdik, çok şaşırdık” dediler. Kadınların iz düşümü şeyler anlatması bekleniyor. Erkekleri de kadınları da anlatacağım. ■ Peki filmi çekerken kadın olmanın zorluklarını yaşadınız mı? Sette erkek oranı daha fazlaydı. Ama kesinlikle beni çok destekleyen insanlarla çalıştım. Bu anlamda çok zorlanmadım. Zorlandığım en önemli kısım para bulma kısmı oldu. Vizyona sokarken de çok zorlandım. Ama pozitif anlamda bir ayrımcılık hiç görmedim. Sadece zaman zaman, “Haydi bakalım yapsın da görelim” gibi alaycı bir tavır hissettim. ■ Bu yılki ‘Altın Portakal’ Film Festivali ve Altın Koza Film Festivali’nde yarışma dışı bırakılmasına sitemlisiniz sanırım… Evet. Ön jüri nasıl değerlendirme yaptı, bütün filmler seyredildi mi, nasıl bir oylama yapıldı hiç bilmiyoruz. Çok hatalı gerçekleştiğini ve Türk Sineması’na zarar verdiğini düşünüyorum. ■ Bu yılki ‘Altın Portakal’ sonuçlarını nasıl buldunuz? ‘Yumurta’ filminin yönetmeni Semih Kaplanoğlu’nu çok beğeniyorum. Büyük ödül için doğru bir tercih yapılmış. Diğer filmleri izlemedim ama ‘Mutluluk’la ilgili çok olumlu şeyler duydum. ‘Yaşamın Kıyısında’nın Antalya’da yarışmasını anlamlı bulmadım. Çünkü büyük oranda Alman yapımı bir film. Fatih Akın’ın böyle bir festivalde yarışmaya ihtiyacı yoktu. Yarışmaya alınmayan benim filmim ve Ümit Ünal’ın filmine çok büyük haksızlık yapıldığını düşünüyorum.
Sigara içtim ama içime çekmedim ■ Bu filmde oynamayı kabul etmemdeki en önemli sebep elbette ki yönetmeniz Selma. Çünkü Selma benim öğrencim. Ama tabii ki sadece bu değil, ortada çok başarılı bir iş vardı. ■ Son derece yerli yerine oturmuş çok sade, sanki siyah-beyaz, karakalem yapılmış resim gibi bir film oldu. ■ Fikret Bey’in ölüm sebebi sigaradan olduğu için, sigara içtiğim çok sahne oldu. Aslında ben sigarayı 26 yıl önce bırakmıştım. Ama içime çekmedim. Filmden sonra da yine başlamadım sigaraya. Oyuncu olarak adam öldürüyorsam gerçekten öldürmüyorum ki! ■ Selma’nın babasını tanımam, hayatım boyunca hiç görmedim. Selma da bana babasını hiç anlatmadı, hiç betimlemedi. O adamı ben kendi kafamda, kendi bedenimde canlandırmak zorundaydım. Ama tabii ki o kuşağı, o kuşağın hayal kırıklıklarını iyi biliyorum.
‘Bekçi gerçek mi?’ sorusunu sevdim ■ Galada filmi seyretmeden önce ‘Bekçi Mehmet’i başardım mı başarmadım mı bilmiyordum. İnsan o heyecanın içerisinde göremiyor çünkü. Film bittikten sonra bir seyirci kalktı ve ‘Bu bekçiyi nerden buldunuz, gerçek bekçi mi?’ dedi. Orada ben sahi, kişi yakaladığımı hissettim. ■ ‘Fikret Bey’ duygu teknisyenliği yapan, insandan duygu anı hiç sızdırmayan bir film. Senaryoyu ilk okuduğumda ‘Üzerinde eksik, yanlış ne var?’ diye düşündüm. Çünkü dönemi iyi biliyordum. ■ Aslında çok da korkuyordum ‘Bekçi Mehmet’i oynar mıyım oynayamaz mıyım?’ diye. Selma Köksal ile bir ay prova yaptık ve oyunculuğumu ‘Sanki’ye benzetenler oldu. ‘Bekçi Mehmet’, Orta Anadolu şivesiyle konuşuyor. Ben zaten Ankaralı olduğum için o şiveyi yakalamam zor olmadı.
Hiç duygu sömürüsü yapmadım
■ “Fikret Bey” aslında realist bir film. Ama filmden çıkan insanların duygulandığını, hatta ağlayanların olduğunu gözlemledim… Evet filmde duygulananlar oluyor ama tamamen çok nesnel bir tavırla çektim filmi. Çünkü gündelik bir hayattan söz ediyoruz, gerçek bir mücadeleden bahsediyoruz. 76 yıl boyunca çağdaş değer, üreten bir ülkeye inanmış bir adamın portresi. Ama herkes bu filmde tıpkı Fikret Bey’inki gibi kendi yaşamlarındaki ‘olmamışlıkları’ görüyorlar. Onun hayal kırıklıkları aslında Türkiye’nin hayal kırıklıkları… Sanıyorum insanlar bundan etkileniyorlar. Ben hiçbir şekilde duygu sömürüsü yapmadım. Bu filmde sadece bir döneme tanıklık etmek istedim. ■ ‘Fikret Bey’den gişe beklentiniz var mı? Ben bu filmin izleneceğini düşünüyorum. Basın anlamında da, izleyenler anlamında da filme enteresan bir ilgi oldu son günlerde. Ama kaç seyirci olur bilemiyorum tabii. ■ İlke gibi yorumlar alıyorsunuz filmle ilgili? Aslında ben daha çok Erol Ağabey’le röportajlar yapılır filan diye düşünürken, herkes babamın hikayesiyle ilgilendi. Bu ilgi beni memnun etti.

