Selma Köksal “Beni heyecanlandıran da yeni anlatım tarzını denemekti”

Continue

Söyleşi: TÜLAY KARACAÖRENLİ | tulaykaracaorenli@yahoo.com

Fikret Bey: Saatli maarif takvimi 13 Ekim 1988’i gösterirken…

İlk uzun metraj çalışmanız olan Fikret Bey gösterime giriyor. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Film çekimi ve çekim sonrası çok yorucu bir süreç oldu. Uzun bir ön çalışmayla gerçekleştirilen bir proje olmasına rağmen, ekonomik çıkmazları, çekim aşamasını çok kısa sürede tamamlamayı gerektirdi. Bu nedenle çok yoğun bir tempoyla çalıştık. Setteki pek çok kişi birkaç kişilik iş yaptı. Ben ise ön çalışma sürecini de eklerseniz, reji çalışmamın yanı sıra senaryo düzenlemelerinden, sanat çalışmasına, mekânı oluşturmaya pek çok şeyi üstlenmek zorunda kaldım. Gerçekten mucize bir film oldu. Sonrasında, Kültür Bakanlığı’nın yapım sonrası desteği ile sektörden gelen teknik desteklerle filmi sonlandırabildim.

Fikret Bey filmini çok küçük bir bütçeyle çektiniz. Bu durum sizi zorladı mı? Evet. Hem de pek çok. Ama bu konuda çok fazla konuşmak istemiyorum. Çünkü bu olumsuzlukları yaptığın işe minimum yansıtmak için çok özel bir çaba harcadım. Ekonomik olumsuzluklara karşın küçük ekibim açısından çok şanslıydım.

Fikret Bey’in hikayesi, sizin hikayeniz mi? Fikret Bey’in hikayesi, gerçek bir yaşam öyküsünden yola çıkan kurmaca bir hikayedir. Sinema sanatının gerçeklikle ilişkisinin kopmaz, hep yakınlaşan ama hiçbir zaman tam çakışamayacak bir ilişki olduğuna inanıyorum. Bu nedenle hep, çok yakından bildiğim, tanıklık ettiğim öykülerden yola çıkacağım. Fikret Bey’de sevgili babamın öz yaşam öyküsünden yol çıkarak hazırlanmış bir senaryodur. Onun biyografisinin (1912 -1989), Türkiye’nin inişli çıkışlı dönemlerinin, bireye yansımalarını değerlendirmemiz açısından önemli olduğunu düşündüğüm için, bu filmi çekmek istedim. Öksüz ve yetim olarak 11 yaşında Anadolu’dan gelmiş ve kendini var edebilmiş bir kişilik. Babasını ve 2 amcasının, yani tüm aile erkeklerinin Cumhuriyet öncesi savaşlarda ve İstiklal harbinde kaybetmesiyle, hem babam, hem de çevresindeki pek çok yakını yoksulluk içinde yaşamışlar.

Babam, Cumhuriyet rüzgârıyla, kozmopolit bir nüfusa sahip İstanbul’da destek görerek sanayi atılımlarını gerçekleştirebilmiş (Filmde de geçen Yorgi Amca gerçek bir kişilik) Tökezlemeleri ve kişisel dramları ise gene Türkiye’nin değişim ve dönüşüm dönemleriyle yakından ilgili olmuş. Babamın biyografisi, Cumhuriyet sonrası süreçten başlayarak 12 Eylül sonrası tozu dumanına kadar, güçlü bir Türkiye profilini çizebilmemin olanağını sağlıyordu.

1988 yılında babam 76 yaşında yorgun bir savaşçı, ben ise tıpkı Zeynep gibi 21 yaşında, her şeyin başında bir üniversite öğrencisiydim.


Bu arada Fikret Bey’i oynayan Erol Keskin’in de şu an 76 yaşında olması ilginç bir tesadüf.

Kısaca özetlemem gerekirse, Filmde anlattığım pek çok şey yaşanmış ve tanıklık ettiğim ya da birebir tanıklık eden birinci ağızlardan Necla Algan’la birlikte oluşturduğumuz bir kurgudur. Eninde sonunda da elbet kurgu, kurmaca!

Filmi faal bir fabrikada çektiniz, üstelik bu fabrika Fikret Bey’in yani babanızın fabrikası. Filmin hem hikâye hem de çekildiği mekân açısından gerçeğe çok yakın olması, bu filmin sinematografisinde belgesel boyutunun önemli bir yere sahip olduğunu akla getiriyor? Ne dersiniz? Evet, elbette. Bu fabrikanın her bir tuğlasında babamın ve onunla birlikte bu üretim sürecini paylaşan, usta, işçi ve mühendislerin emeği var. Bu fabrika ve benzeri pek çok yer yok olup ya süpermarket ya da bu fabrikanın şimdiki sahiplerinin düşündüğü gibi oto galerisi ya da benzeri bir şey yapılacak. Bir kuşağın tüm umutlarının, emeklerinin geride kalan izleri tıpkı bu fabrikanın hikâyesi gibi bir çöküş, yıkılış resmine dönüşecek.

Seçtiğim mekân sinematografik açıdan o denli güçlüydü ki, o kadar çok şey anlatıyordu ki! Belki de bu nedenle anlattığım hikâye en çok mekânın görsel diliyle anlatıldı. Mekan, benim bu hikâyeyi anlatmam için, adeta, yıllardır beni bekliyordu. Tabii artık kısa bir süre sonra bu fabrikayı da az önce belirttiğim gibi büyük değişimler bekliyor. Çevresinde halen var olan gecekonduların ise kısa sürede devasa binalara dönüşeceğini de eklemeliyim (TOKİ kapsamında).

Fikret Bey filmi sinema dilinizde sizi nereye götürdü? Tasarladığım, planladığım ve istediğim yerdeyim. Ancak başka koşullarda, çok daha boyutlu işler yapabilirim. “Fikret Bey”in öyküsünü kısıtlı imkânlarla, kısıtlı bir kadro ve mekânla anlatmak zorunluluğum vardı. Bazı tercihler çok özgürce yapılmadı. Örneğin bu filmin senaryosunu 6 yıl önce bambaşka bir kurguyla, çok çeşitli mekânlarda geçecek şekilde yazmıştım. Maalesef çekemedim. Elimdeki parayla Necla Algan’ın önerisiyle filmi tekrar birlikte formüle ettik.

Ama oluşturmak istediğim sinema diline dair pek çok güçlü ipucu, bu filmde de mevcut. Örneğin doğaçlamayı da içeren güçlü oyunculuklar, durum anlatan uzun planlar, derinlik ve çok boyutluluk duygusunu güçlendiren mizansenler…

Tabii bu arada Mustafa Kuşçu’nun bu sinema diline güçlü katkısını belirtmemiz gerek. Beni çok iyi anlamanın ötesine geçerek, filmin görsel dilinin oluşmasını kişisel yaratısıyla destekledi. Aynı şekilde oyuncularımla da büyük bir uyum yaşadım. Erol Keskin’in ve Fuat Onan’ın, oyunculuklarından sanırım bu anlaşılabilir.

Fikret Bey’in hikayesi Türkiye’nin yakın geçmişte ki en önemli sorunlarını içeriyor; örneğin 12 Eylül darbesi, işkence, sürgünler, kırsal kesimden kente göç, rant, mafya ilişkisi, çevre kirliliği, sanayileşmede orta ölçekli üreticilerin tıkanmaları… Bu çok boyutlu bakış açısını neden tercih ettiniz? Film eleştirel bir bakış açısından mı 1980’leri anlatıyor? Siz sıralayınca fark ettim, aslında bu kadar çok şeyi bir filmde anlatmaya çalışmak gerçekten çok fazla. Ama inanın tüm bunları yaşadım, yaşadık, yaşadılar.

1980 gerçek bir kırılma noktası, tekrar tekrar dönmeli ve bakmalı!


Fikret beyle bekçi Mehmet arasındaki ilişki artık unutulmaya yüz tutmuş bir bağı, dostluğu hissettirdi bana. Filminizde bekçi Mehmet, sizin için ne ifade ediyor? Bekçi Mehmet bana çok şey ifade ediyor ve filmin ikinci başrolü olduğunu düşünüyorum. İlginç olan ikisinin birbirine ve yaşam tercihlerine gösterdiği hoşgörü. Ben böylesine bir dostluğa tanıklık ettim ve bunu özellikle genç nesillere taşımak istedim. Sanırım artık kaybettiğimiz bir hoşgörü bu.

Filmde aceleci olmayan, yatay değil dikey bir anlatım var, diye düşünüyorum. Bu filmi çekerken nasıl tercihler yaptınız? Filmi tasarladığınız gibi çekebildiniz mi? Daha öncede belirttiğim gibi, bu filmi var olan kısıtlı koşullarım içinde tasarladım ve çektim. Ama çekim esnasında olabildiğince hem oyuncularımla ve hem de görüntü yönetmenimle doğaçlamaların üzerine gittik. Dönüp baktığımda, izleyenlerle konuştuğumda, en beğenilen planların, dikkatle planladığım hareketli kamera ile çekilen planlar olduğunu görüyorum.

Örneğin filmin sonundaki 7 dakikalık uzun ve hareketli çekim. Onu sadece 2 saat için sete gelen cimy-cip ile çektim. Daha pek çok tasarladığım plandan, teknik altyapıyı mali olarak karşılayamadığım için gerçekleştiremedim. Sonuçta “Fikret Bey”in biçimi çokça koşullarla oluştu.

“Fikret Bey”in 2007 İstanbul Film Festivalinde ilk gösterimi yapıldı, filminiz nasıl bir ilgi gördü? Gösterim çok kalabalık bir seyirci tarafından izlendi. Pek çok yabancı eleştirmen ve festival yöneticisi vardı. Özellikle Yunanlı grup filme çok ilgi gösterdi. Becket dünyasını hissettiklerini, oyuncu yönetiminin çok başarılı olduğunu, güçlü bir biçim çalışması olduğunu ifade ettiler. Sonrasında, davetler aldım ama nedense bunlar resmileşmedi. Belki filmin çok sade ve gösterişsiz olması bir handikap. Türk Sinema yazarlarından kimileri, filmi durağan ve teatral buldu. Sinema dünyasından olmayan seyirciler ise, filme çok duygusal tepkiler gösterdi. Ağlayanlar oldu. Sonuna dek, nesnel kalmayı tercih ederek çektiğim, melodramdan kaçındığım filmime bu tepki, benim içinde ilginç. Belki anlattığım karakterin, “Fikret Bey”in gücüdür bu.

Bir filmde yönetmen kadınsa bu genellikle fark edilir, Fikret Bey’de ben bunu hiç hissetmedim. Bu konuda ne dersiniz, artık kadın yönetmenlerde değişiyorlar mı? Bunu filmi seyreden pek çok kişi söyledi. Özellikle Yabancı eleştirmenler. Sanırım kadınlardan hep kadınca şeyler yapması bekleniyor, kadın romanları, kadın filmleri, kadın öyküleri… Nedeni her alanda olduğu gibi, sinemada ve kültür dünyamızdaki erkek yoğunluğu olabilir. Bir diğer nedeni de kadınların da kendilerine erkeklerin gözünden bakması olabilir. Kadın-erkek eşitsizliği çok büyük bir sorun ama bununla mücadele etmenin alanı, hep kadın dünyasında sıkışmak olmamalı diye düşünüyorum.

Fikret Bey filminden sonra yeni projeniz ne? Neler yapmayı planlıyorsunuz? 90’lı ve 2000’li yılları kapsayan bir gençlik hikayesi çekmek istiyorum. 90’lı yılların başında arkadaşlarımla birlikte Oyuncular Tiyatro Grubu’nu kurduk ve sürekli Tiyatro ürünleri vererek bu günlere geldik. Çok sert değişimlerin olduğu bir dönemdi, hem Türkiye panoraması, hem de bu denli değişen bir dünyada Tiyatro yapmaya çalışmak bizi çok hırpaladı. Dönem bizi bir yerden alıp, başka bir yere savurdu. Yoğun hikayeler paylaştık, bunları anlatmak isterim. Üstelik bu projeye; serbest, deneysel bir üslupla yaklaşabilirim.

Teşekkürler Ben teşekkür ederim.