Selma Köksal’ın İlk Uzun Metraj Filmi “Fikret Bey” Don Kişot ve Sanco Panzo | Müge Serçek

Continue

Müge SERÇEK

Senaryosunu ablası Necla Algan’a ait Selma Köksal’ın ilk uzun metrajlı filmi Fikret Bey 9 Kasım’da vizyona giriyor. Farklı bir bakış açısı ve sinema dili barındıran film aynı zamanda Türkiye’nin siyasi ve kültürel geçmişine dair ilginç ipuçları barındırıyor. Filmde, Fikret Bey ve Bekçi Mehmet adeta donmuş bir zamandalar, var olan ve akan sürenin çok dışında kalmışlar. Hem insani olarak hem de kültürel yaşama dair çok özel bir dostlukları var. Hatta bugün görmekte ve anlamakta zorlanacağımız bir dostluk. Don Kişot ve Sanco Panzo gibi… Filme bu açıdan bakıldığında bu durağanlık ve zaman dışılık gençleri düşünmeye itebilir. Çok az sinemada çok kısa bir zaman zarfında gösterilecek olan film sinemaseverlerle buluşmayı bekliyor.

– Fikret Bey projesi nasıl başladı? 2000 yılında ‘O Benim Babam’ adında bir senaryo yazmıştım. Bu senaryo bir ailenin hikâyesiydi ve üç ayrı dönemde geçiyordu. 1978, 1988 ve günümüzde geçiyordu. Filmin ana karakteri ‘Fikret Bey’ filmindeki karakterler hemen hemen aynıydı. Hikâyede başka karakterler vardı ve konusu ‘Fikret Bey’den daha detaylıydı. Ancak bu senaryo için gerekli parayı bulamadım. Fikret Bey, Kültür Bakanlığı’ndan ilk destek alan filmlerden biri. Kültür Bakanlığı dışında başka kaynak bulamadım ve projeyi yapmam imkânsız hale geldi. Çünkü yapacağım çalışma çok ciddi bir dönem çalışmasıydı. Böylece bu projeyi yapmaktan vazgeçtim. Daha sonra sinema yazarı ablam Necla Algan bana bir öneride bulundu; bu projeyi bir kenara bırak fakat aynı karakterin 1988 yılında geçen bir gününü anlatan, biçim ve öz olarak çekebileceğimiz bir film haline getirelim dedi. Ben kendi projeme o kadar çok konsantre olmuştum ki, yapamayacağımı düşündüm. Ablam da ‘ben yaparım’ dedi ve senaryoyu yazmaya başladı. Ben senaryonun kurgusuna dair birkaç müdahalede bulundum. Ama ağırlıklı olarak senaryo Necla Algan’a ait. Bu film benim ilk tasarladığım projeden oldukça farklı ve sinema dili olarak bizi çok zorlayan bir proje oldu. Çünkü film tek bir günde geçiyor ve karakter sayısı çok kısıtlı. Ben bu filmde bir adamın 70 yıllık hayatına dair bir yaşamın ve dönemin izlerini sürmeye çalıştım. Teknik olarak çok daha iyi bir sonuç olabilirdi. Filmi seyredenlerin en beğendiği sahneler, benim dikkatli bir şekilde tasarladığım ve kamera hareketiyle gerçekleştirdiğim sahneler olduğunu gördüm. Final sahnesi gibi… Bu sahne kesintisiz yedi dakika çekildi ve sete 2-3 saatliğine gelen bir jimmy jip ile çekildi. Filmin orta sahneleri çok durağan neden daha hareketli çekmedin diye çok yorumlar aldım. Benim de o sahneler için tasarladığım bir sürü şey vardı ama bunları gerçekleştirmek için gerekli tekniği ve desteği sağlayamadım. Bu filmi dijital bir kamerayla, çok az teknik malzemeyle 10 çekim gününde gerçekleştirdik. Çok yoğun çalıştık, bir kişi pek çok işi aynı anda yaptı. Tüm ekibin desteğiyle bu projeyi tamamladık. Aynı filmi başka olanaklarla ve teknikle çok daha farklı çekebilirim. Filmde ağlayanlar oldu, buna çok şaşırdım. Üstelik melodramdan kaçındım, dikkatli davranıp mesafeli olmaya çalıştım ama bir bakışın ki filmin sonunda ağlayanlar olmuş.

– İlk yazdığınız senaryoyu çekmeyi düşünüyor musunuz yoksa o hikâyeyi anlatmak için bu film yeterli oldu mu? Belki bir gün o projeme dönebilirim. Zaten onun yapısı ve anlatı dili farklı, çektiğimiz film daha farklı. Fikret Bey, çok minimalist bir film, olay örgüsü yok. Burçak Evren’in de söylediği gibi bir durum sineması bir kesit sunuyor. Fakat farklı bir öyküleme denemeye çalıştım. İlk senaryo ise daha dramatik yapılı, sıkı bir olay örgüsü var.

– Babanızı beyaz perdeye istediğiniz gibi yansıtabildiniz mi? İlk senaryoda çok daha kapsamlı ve farklı bir bakış açısı vardı, bu filmde ise Fikret Bey’e, Bekçi Mehmet’e ve onların dostluğunda kaybolan insani ilişkilere odaklandık. Bir de kadrajda görmediğimiz bir oğlun hikâyesi var. Fikret Bey i yaratırken yararlandığımız babamıza çok benzer bir karakter oldu. Hatta Erol Keskin’in yürüyüşü, duruşu, bakışı dahi benzedi. Babamı tanıyanlar bile çok şaşırdı. Bence bu Erol Keskin’in çok özel bir oyuncu olmasından kaynaklandı, 50 yıllık bir oyuncu. Aynı zamanda o dönemleri çok iyi biliyor. Erol Keskin’in bu role hazırlanması için çok az bir süresi vardı. Hazırlanmak için günleri ayları yoktu, saatleri vardı. Oyunculuğunun vermiş olduğu birikimle rolü çok güzel kavradı. Aynı şekilde Fuat Onan’ın diziye çok katkısı oldu. Benim tasarladığım ve düşündüğüm ‘Bekçi Mehmet’ daha farklıydı. Fuat’ın getirdiği yorum ise çok daha hareketli ve dinamik oldu. Aslında bu film açısından daha iyi oldu. Çünkü benim düşündüğüm Bekçi Mehmet daha ezik, içsel bir karakterdi ama Fuat onu daha dışa vurumcu oynadı. Bu filme daha hoş bir denge getirdi.

– Filmin çekildiği mekân babanızın fabrikası, herhalde anlatmak istediğinizi en iyi burada yapabilirdiniz. Mekân çok destekledi. Fabrika çok dinamik bir üretim merkeziyken babamın iflasıyla kişilik değiştirdi. Üretim merkezine daha sonraysa bir yıkıntıya dönüştü. Mekânın dokusu, makineler, camlar yaratmak istediğim metaforu kurmama yardımcı oldu. Babamın fabrikası 1960’lı yıllardı. Balkanların en büyük kazan fabrikasıymış. Türkiye’nin birçok yerinde hala ürettiği kazanların işlediği yerler var. Filmde Türkiye’nin yakın geçmişine vurgular yapmışsınız özellikle de 12 Eylül dönemine. Birçok kişi filmimi 12 Eylül filmleri arasına alıyor, bu yorum sinema tarihçilerinin ve eleştirmenlerinin yorumu. 12 Eylül bir kırılma noktası. Fikret Bey’in ve çocuklarının yaşamında da önemli bir yer işgal ediyor. Benim, ablamın hatta o kuşağın kırılma noktası. Bu nedenle filmde görmediğimiz oğul bize bu hikâyeyi taşıyor. Daha çok 12 Eylül sonrasına konsantre olduk. 8 yıl sonra neler oldu, bugün neler oluyor gibi ipuçları bulunabilir. Fikret Bey, montaj sanayine karşı çıkan biri. Zamanında üretimi kendisi gerçekleştirmiş. O ve onun gibiler aynı kaderi paylaştılar. Bir sahnede Atatürk büstüne öyle bir bakıyor ki, sanki gözleriyle dertleşiyor, bir şeyler anlatıyor? Bu izleyicilerin gözyaşlarını tutamadıkları dedikleri sahneydi. O sahne görsel bir anlatı, çok fazla şey söylemeye gerek yok. Fikret Bey’in içinde yetiştiği değerler bir şekilde bitti. Bu film bir cenaze töreni gibi, o sahneyi de hoşça kal der gibi algılanabilir.

– Bir de Fikret Bey özellikle Cumhuriyet gazetesi okumak istiyor. Bu da ayrı bir olgu. Bu konuda Necla Algan la çok tartıştık, ben gazetenin ismini vermeme yanlısıydım. O ise 12 Eylül sonrasında şiddete, baskıya karşı tek söylem geliştiren gazete Cumhuriyet gazetesiydi dedi. Babamızda bu gazeteyi okurdu. O dönemde ki duruşu nedeniyle gazetenin ismini kullanmaya karar verdik. Bütün gazeteler aynı söylemi yansıtırken Cumhuriyet karşı bir söylem geliştirmişti. Bu yüzden Fikret Bey ve benzerleri bu söyleme sahip çıktıları için bu gazeteyi tercih ettiler.

– İlk filminizi çekmek size nasıl bir duygu yaşattı? İki kısa filmim ve ödüllerim var. Aynı zamanda filmlerim yurt dışında yarıştılar. Bu filmin üretim süreci çok zor oldu koşulların ortaya çıkardığı bir proje oldu. Çekimler boyunca çok keyifli ve heyecanlı zamanlar geçirdik. Sonrasında da 2 ay kurgu, 5 ay ses, 2 ay renk düzeltme sürdü. Yaklaşık 8 ayı bulan bir post prodüksiyon süreci oldu. Daha iyi teknik ekipmanım olsaydı daha iyisini yapardım elbet ama ben asıl üzen ve yoran daha sonra oldu. Filmin vizyona gireceği süreç boyunca hemen hemen herkes ‘bu filmi kaç kişi seyredecek, bizi kurtarır mı?’ gibi ticari kaygılar filmin önünde çok büyük bir engel oldu. Maalesef bu tarz filmlerin sürekli yaşadığı bir şey bu. Her şeye katlanabilirsiniz ama bu noktada sizi aşan bir döngü var. Film kısıtlı sayıda sinemada vizyona girecek. Umarım film benim aşamadığım döngüyü aşar. Fikret Bey, İstanbul Film Festivalinde yarışma dışı gösterildi. Buna çok itiraz ettim, ancak bunun cevabını bulamadım. Önce jürinin jüriden bahsedildi fakat ben bu jürinin kimler olduğunu bulamadım. Çünkü bana ön jüri üyesi dedikleri kişiler filmi seyretmediklerini söylediler. Neden ve nasıl yarışma dışı edildiğini bilmiyorum. Reklam ve dizi sektörünün evrensel anlamdaki desteğiyle gelişen bir sinema endüstrisi var. Bunun festivaller üzerinde bir baskı oluşturduğunu düşünüyorum. Öyle ya da böyle benim filmim sinema dili arayışı içinde ama festivalde çok daha tecimsel filmler yarıştı. Yabancı eleştirmenlerin çok ilginç ve olumlu eleştirileri oldu. İzleyicilerin duygusal tepkileri de olunca bu biraz film seyircisiyle buluşacak mı diye umutlandım. Filmin festivallerde ki yolu kapalı bu benim için çok üzücü. Festivallerin amacı nedir? Kültür hayranı yaratmak ve sinemasal yaratıları desteklemekse bu anlamda önüm kesildi.

– Bu olay umutlarınızı kırdı mı? Evet, kırıldı. Çünkü Erol Keskin ve Fuat Onan gibi değerli oyuncular oynuyor ve performansları değerlendirilemedi.

– Oyuncu seçimini nasıl gerçekleştirdiniz? Bu kadar kısa sürede yoğun çalışarak gerçekleşmesi gereken bir projede çok iyi anlaşabileceğim oyuncuları seçmem gerekirdi. Ben de bunu yaptım. Fikret Bey’i oynayacak yaş ve deneyim itibariyle çok az oyuncu vardı. Erol ağabey bizimle hiç ara vermeden 20 saat çalıştı 76 yaşındaki bir oyun cunun kolaylıkla yapabileceği bir şey değil bu. Hem fiziksel hem de birikim olarak filmdeki en büyük şansım.

– Bu film ile yeni bir bakış açısı getirdiniz mi? Filmimizi 4 metreye 4 metre yıkık bir fabrika ofisinde, mekânı 360 derece kullanarak, 3 saniyeden 7 dakikaya “long take”lere kadar varan çekimlerle gerçekleştirdik. “Yeni” mi bilemem ama özgün olduğuna eminim.

– Günümüz Türk sineması hakkında ne düşünüyorsunuz? İzleyici olarak gördüğüm kadarıyla 2 koldan ilerliyor. Biri yüksek bütçeli ve çok seyirciyi hedefleyen ticari sinema, diğeri de dünya sinemasında kendine yer edinmeye, özgün bir dil geliştirmeye çalışan, görece olarak düşük bütçeli, bağımsız yapımlar. Umarım 2.si İran sineması gibi dünyada kendini kabul ettirir. Ama sektörün İran’da olduğu gibi, böyle yapımları daha güçlü bir şekilde desteklemesi gerekir. Kişisel çabalar bir yere kadar ülke sinemasını bir yere getirebilir diye düşünüyorum.

– Yeni sezondan beklentiniz nedir? Filmimin duygusunun seyirciye ulaştığını İstanbul Festivali’ndeki ön gösterimde tanık oldum. Yabancı eleştirmenlerin olumlu eleştirilerinden çok, duygu ve düşüncelerine değer verdiğim seyircinin duygu yoğunluğu beni de etkiledi. Hele yaşlı gözlerle filmi bitiren seyirciler beni oldukça şaşırttı. Bu beklemediğim bir tepkiydi. Yunanlı eleştirmen Dimitri Haritos’un da altını çizerek belirttiği gibi, Melodram yapmadığıma eminim. Bir filmin vizyona hazırlanması ise beni aşan ve benim alanım olmayan bir iş. Diğer benzerleri gibi, benim filmimde aynı kaderi paylaşabilir ki bu daha muhtemeldir. Ama sürpriz yaparak, koşulları aşarak, kendi seyircisine ulaşabilir de.